Vakıfların Anlamı ve Önemi

&

Katılım
27 Eki 2010
Mesajlar
0
Puanları
63
VAKIFLARIN ANLAMI VE ÖNEMİ
Bu hafta Vakıflar Haftası, üniversitemiz de bir vakıf üniversitesi. Kamuoyunda bizim gibi üniversitelere özel üniversiteler deniliyor. Ama adı yasalara göre vakıf üniversitesi; bir vakıf üniversitesi olduğumuz için vakıf haftasını kutlamamız gerekir, aslında kültürel bir gereklilik. Bakın bu topluluğun ruhuna işlemiş ve çağımızda dünyada bireyler birtakım yerlere ulaşmayı arzu ederler. Sosyal ve ekonomik gelişmeyi sürdürme peşinde, insanın doğal çevreyi koruyarak daha iyi bir yaşam standardını elde etme gayreti içerisinde, insan haklarına saygılı olmayı arzu etmekte, herkesin temel hak ve özgürlüklerden hakça yararlanabilmesi için birtakım ortamlar hazırlamakta, bireyin temel özgürlüklerini kullanabilmesi için diğer insanlara karşı korunabilmesini sağlamak amacıyla birtakım yükümlülükleri olduğunu hatırlamakta, bireyler kamuoyunun yararına aktif katkıda bulunmayı, sivil toplum kuruluşlarına özel ve kamu sektörüne mensup faktörlerinin hepsi toplumsal sorumluluk anlayışı içerisinde hareket etmelidir. Bu beklentiler çağımızın önünde gelen beklentileri gerçekleştirebilmek için ciddi bir çaba içerisindeyiz. Ne var ki günümüzde bu değerler alt üst olmakta bugün dünya gelirinin %20’si ile insanlığın büyük bir kesimi yaşamak zorundadır. Ülkemizde gayri safi milli hasılanın %90’lık kesimini %10’luk kesimi tüketmektedir. Demek ki çağımızda ve ülkemizde yaşama biçimi konusunda ciddi anlamda açmazlar. İnsanlık demek ki başta söylediğim kavramları gerçekleştirebilmek için bir düş peşinde peki bu düşü biz nasıl gerçekleştireceğiz yani bencillikten nasıl kurtulacağız? Kişilik kazanmamız ötekinin varlığını kabul etmemiz onunla olgunlaşmazsına değer yargılarına uygun bir yaşama biçimi sürdürmesine nasıl biz katkı sağlayabilir egoizmden kurtulabiliriz. Peki, insanlık bunu nasıl gerçekleştirmiş? Dünyanın bugün aramakta olduğu bu yardımlaşma ve dayanışma duygusu bizim toplumumuzun özünde var Farabi Xlll. yüzyılda “El- Medinetü’l Fazıla” adlı eseri ortaya çıkartıyor adını bugünkü dile çevirecek olursak “Erdemli İdeal Toplum”. Farabi’ye göre insan tek başına erdemli ve yararlı olamaz olgunlaşamaz. Yaradılışın gayesi mükemmeliyet, ahenk ve birliğe ulaşabilmektir. Gerçek mutluluk çıtası ancak buna ulaşmakla sağlanabilir. Eğer bir millet erdemli ve mükemmel bir millet ise aynı şekildeki değerleri ortaya koyabilecek çabaları gerçekleştirebilmek için yoğun bir gayret gösterir. Türk Tarihinin sosyal kültürel ekonomik hayatında vakıf önemli bir rol oynamaktadır. Bunun dini ahlaki sosyal birtakım yararları vardır. Vakfı ben ve öteki arasındaki etkileşim ve dayanışma duygusunu somutlaştıran bir kurum olarak değerlendirebilir. Yani insanın erdeme ulaşabilmesi insanın rahat ve huzur ve sosyal hukuk içerisinde çalışabilmesi için bu bireyler arasındaki farklılığı ortadan kaldırmak asgari müştereklerini gerçekleştirmek, insanlığın öteden beri hedefleri arasındadır. Bu davranışın arkasında herhangi bir mecburiyet ve zorunluluk yoktur yani yasalar ille bunu yapacaksın diye insanı zorlamaz. Peki, bu zorlamanın temelinde ne var? İnsanın kendine özgü değerleri de var. İnsanlığa karşı eğer birey bir sorumluluk duyuyorsa iyilik şefkat yardımlaşma dayanışma ötekini yani başka birisini başka bir canlıyı maddi ve manevi açıdan huzura kavuşturma yolunda bir çaba içerisinde ise ve bundan da haz duyuyorsa işte bu özgür iradeyi yaratabilmek için insanın hazır olduğunun bir belirtisidir. Bugün dünyanın yakalamaya çalıştığı bu yardımlaşma ve dayanışma duygusu içerisinde iki dünya saadetine kavuşturan her türlü davranışı vakıflarda görmemiz mümkün.
2
Bu bir sevgi işidir sadece maddi destekle değil, güzel söz hatta güler yüz bile günümüzde ve tarihin çeşitli dönemlerinde iyilik kategorisinde yorumlanmıştır. Yalnız insanı değil, canlıyı sevmenin bile ibadet olduğu insanlık anlayışı artık çeşitli oluşumları gerçekleştirerek mutluluğu yakalama çabası içerisindedir. Yapılan araştırmalar Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ülkemizin her bölgesinde eğitimden öğretime sağlıktan ulaşıma kültürden iletişime değin birtakım iktisadi ve sosyal alanlarda vakıf kuruluşlarını oluşturduklarını görmekteyiz. İnsanımızın ve bütün insanlığın mutluluğu için bu karşılıksız hizmet ruhu bu özgeciliği canlandırmanın bir sonucudur. Farabi’nin sistemleştirdiği ve bugün de bütün dünyanın aradığı bireysel irade ve sorumlulukla dayanışma ruhu içerisinde bütünleşmek suretiyle önce kendi çevremizi ülkemizi daha sonrada bütün insanlığı birtakım sıkıntılarından kurtarmak onları ve çocukları rahat bir ruh ortamı içerisinde yaşatmak için bir arayıştır vakıfçılık. Kentlerimizi süsleyen bunları işler hale getiren camii, medrese, imarethan, hamam, kervansaray, hastane, kütüphane, yoksullar evi, sebil, misafirhane gibi birtakım vakıflarla ülkedeki sorunları çözmeye çalışan bir sistem oluşturulmaya çalışılmıştır. Batı’da kilise belediye ve devletin birtakım kurumları bu türlü oluşumları gerçekleştirirken bizde bu kurumlar olmadığı için bizde bu kurumların işlendiğini vakıflar aracılığıyla hayata ulaştırmayı hedeflemişiz. Vakıflar Selçuklu ve Osmanlı döneminde toplumun eğitim, sağlık, bayındırlık sosyal güvenlik alanlarındaki temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan birer hizmet birimleriydi. Vakıfların gördüğü hizmetler sosyal hayatın hemen hemen bütün alanlarını kapsamaktaydı. O zaman ki Batı’nın siyasetçileri XVI. yüzyılda Osmanlı ülkesini bir vakıf cenneti olarak ifade ediyorlar. Vakıf belirli bir malı kamunun yararına yönelik bir hizmette ya da hizmetlere sürekli olarak tahsis edilmektedir. Kişi vakıf yapmak suretiyle malının belirli bir kısmından fedakarlık yapmaktadır. Böylece malı üzerindeki özel mülkiyet hakkını kaybetmeye ve bu hakkı sosyal amaçlı olarak kamunun hizmetine sunmaktadır. Ancak vakıf edilen mallar devletin mülkiyetini de geçmez. Vakıf özel mülkiyetle devlet mülkiyeti arasında üçüncü bir mülkiyet grubunu oluşturmaktadır. Bu nedenle vakıflar kamu ve özel sektör dışında bağımsız sektör olarak da denetlenebilmektedir. Vakıf kurumunun temelindeki düşünsel unsurlar nelerdir? Vakıf hem bir kültür hem de bir medeniyet eseridir. Vakıf eserlerimiz toplumumuzun kültürel değerlerinin ve düşünce sisteminin bir sonucudur ve eserler İslâm dininin telkin ettiği inanç düşünce ve anlayış sistemiyle bunlara bağlı olarak tarihi içinde oluşmuş ortak nitelikteki ulusal geleneklerimizi sembolize etmektedir. Vakıflar insan sevgisi hayır sevap dayanışma hizmet felsefesinin bir ürünüdür. Vakıf bireysel ve gönüllü bir kişinin sahibi bulunduğu mallardan toplumun yararına fedakarlık yapmasını sağlayacak ya da özendirecek belirli bir inancın düşünsel bir ürünüdür. Türk toplumunda vakıf yapma düşüncesinin arkasında genellikle dini etkiler önemli rol oynamaktadır. Nitekim vakıf yapan kişilerin vakıflarına baktığımız zaman kültürel temel olarak Kur-an’daki birtakım ayetlerin Hazreti Peygamberin sözlerinin etkili olduğunu görüyoruz. Bunlardan birkaçını ifade edersek, “sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça asla siz iyiye eremezsiniz. Kendiniz için önden ne hayır yollarsanız Allah katında onu bulacaksınız. Allah daima insanlara iyilik edenlerle beraberdir” gibi ayet ve hadisler vakıf kurmanın İslâm toplumundaki asıl dinamiğini oluşturmaktadır. İslâm inancında yaşamak ve hayatı kutsal olarak kabul etmek esastır. Yani yaşarken sadece birtakım duyguları tatmin etmek söz konusu değildir, yaşamın anlamlı olması esastır. Kişinin hayatını her türlü tehlikelerden ve zorluklardan koruyarak onu yüceltmek esastır. İnsanların en hayırlısı topluma yararlı olan biridir ilkesi bu felsefenin temelini oluşturmaktadır. İslâm inancı insanda ilahi bir öz bulundurmayı kabul eder.
3
Bu nedenle halka hizmet olarak kabul edilmektedir. Din dil örf farklılığına bakılmadan bütün insanları severek hep bu felsefeye dayanmaktadır. Yunus’un yaratanı severiz yaratılandan ötürü ifadesi bu düşüncenin bir sonucudur. İnsana insan topluluklarına hatta bütün canlılara yararlı olacak bir hizmetin bu şekilde ibadet olarak düşünülmesi çeşitli vakıfların kurulmasını ve geliştirilmesini sağlamıştır. Malın ve zenginliğin geçici iyilik ve hayrın devamlı olduğu inancı tarihimizde vakıf sistemini oluşturan temel unsurdur. Selçuklu ve Osmanlı toplumunda kişinin sahibi olduğu mal varlığından sadece kendisinin değil içinde yaşadığı toplumun da hakkı olduğu inancı vardır. Bu nedenle varlıklı kişilerin bir vakıf eseri meydana getirmemesi ayıp olarak telakki edilir ve toplum tarafından da hoş karşılanmaz. Eski Türklerdeki şölen ve han-ı yağma adetleri Selçuklu ve Osmanlı yöneticilerinin sofralarının halka açık tutulması, malını onlarla paylaşması dolayısıyla vakıf yapılması bilincine dönüşmüştür. Hükümdar ve diğer devlet adamları çeşitli vakıf eserleri meydana getirirken bunu devlet adına değil, kendi isimleri kendileri için yapıyorlardı. Bunları hayırsever bir kişi olarak kendi imkanlarıyla gerçekleştirmeyi amaçlıyorlardı. Bu uygulama yöneticilerle halk arasındaki bütün leşlerin sağlanması bakımından oldukça önemliydi. Selçuklu ve Osmanlı sultanlarının bir yeri fethettikten sonra yaptıkları ilk iş o yörenin en büyük camiyi oluşturarak yanına bir medrese yapmak olmuştur. Açları doyurmak çıplakları giydirmek sefilleri sefaleti önlemek hayatı korumak hayatı kolaylaştırmak böylece daha güzel yaşanılır bir ortam meydana getirmek Osmanlı ve Türk tarihinde önemli bir unsur olmuş. Türk kültüründe bu başta gelen özeller arasındadır. Bu bakımdan vakıf ve sanat eserlerimizin temelinde manevi bir unsur olarak sevgi yatmaktadır. Bu sevgi yalnızca insanla da sınırlı kalmamış diğer canlıları da kapsamıştır. Fuat Köprülü Selçuklu dönemi Sivas’ını incelerken burada çok sayıda vakfın olduğunu ifade eder. Kışın şiddetli geçmesi halinde karlı mevsimlere kuşlara yem vermek onların aç kalmalarını önlemek amacıyla Selçuklu da kuş vakıflarının bile kurulduğunu bize ifade eder. Vakıflar hayır ve iyilik yapmayı kurumsallaştıran kurumlardır. Böylece varlıklı olanların yoksullar üzerinde manevi bir baskı kurması önlenmiş fakirlerin onurları kırılmamıştır. Vakıflar sayesinde Osmanlı fakiri zengin karşısında ezilmemiştir. Vakıf servetin sosyalleştirilmesinin bir aracı olmuştur. O dönemin toplumunda kişileri sosyal sorumlulukları vakıflar yoluyla kamuya mal edilmiştir. Her şeyi devletten beklemek yerine kişiler kamu hizmetinin kurulması yürütülmesinde kendini sorumlu saymışlardır. Günümüzde çeşitli kamu kurumları yürütülen hizmetlerin büyük bir kısmı tarihte vakıflar tarafından yürütülmüştür. Osmanlı devletinde belediye ve şehir hizmetleri bütünüyle vakıf sistemine dayandırılmıştır. Vakıfların sosyal dayanışma ve kamu hizmetleri fonksiyonları yanında bir de kentleşme ve mimarimiz üzerinde olumlu katkıları olduğunu görmekteyiz. Elde edilen şeylerin yenileşmesi ve Türk kenti haline gelmesinde vakıf kurumlarının büyük hizmetleri olmuştur. İnsana ve insan topluluklarında hatta bütün canlılara faydalı olabilecek her hizmetin ibadet gibi düşünülmesi eski şehir ve kasabalarımızda külliye ve kervansaray sistemini boğmasını zorunlu hale getirmiştir. Külliye cami esas olmak üzere çevresindeki medrese, aşevi, misafirhane, hastane, hamam, kütüphane, türbe gibi çeşitli sosyal fonksiyonlar binalardan meydana gelmiş bir komplekstir. Külliyeler ibadet yeri, öğretim merkezi, fakir mutfağı olduğu için değil, fakat sosyal çevrelerinde başta toplantı alışveriş merkezleri örgüt rolü oynadıkları için sosyal bir katalizörlük görevini de üstlenmişlerdir. Çünkü toplumun her kesimi bu mekanlarda bir araya geliyor sürekli bir kültür alışverişi içerisinde bulunuyorlardı. Vakıfların mimarimize de büyük katkıları olmuştur. Bilindiği gibi vakıf hizmetleri cami medrese imalat hamam kervansaray hastane gibi fiziki mekanlar içinde de gerçekleştiriliyordu.
4
Bir taraftan varlıklı kişiler vakıf hizmetleriyle yoluyla halka hayır duygularıyla birtakım eylemleri gerçekleştirirken mimarlar, ustalar, sanatçılar da eserlerini bu mekanlarda sergiliyorlar mimariye yeni bir yorum yeni bir anlam getirebilmek olanakları buluyorlardı. Kervansaraylar, hamamlar, medreseler, camiler, kütüphaneler sebil ve benzerlerini yapan ustaların içlerindeki sevgi ve güzellik duygularını bu mekanlara yansıtabilmek için bir ibadet aşkıyla çalıştıklarını görüyoruz. Bu kadar yaygın hizmetleri olan vakıfları başlangıcı itibariyle dini ve ahlaki düşüncelere dayasa da zamanla gelişerek zengin fakir demeden toplumun her kesimine hizmet sunan sosyal bir kurum haline gelmiştir. Vakıflar tarihimizde sosyal barışın dayanışmanın sağlanması servetin sosyalleşmesi gelir dağılımının dengelenmesi daha da önemlisi toplumsal sorumluğunun gerçekleşmesinde ve bir araç olarak kullanılmıştır. Vakıfları sadece Türkler sadece Müslümanlar kurmamışlardır. Hititler yani Hattuşa bölgesinde yapılan tarihi kazılarda Kral Hattuşili milattan önce Xlll. yüzyılda bir muharebeden sonra kazandığı birtakım ganimetlerin topluma yansıtılabilmesi için bir tapınak oluşturmuş ve o tapınağı da vakfetmiştir. Boğaz Köydeki Hititçe bir tablette Kral Hattuşili’nin böyle bir milattan önce Xlll. yüzyılda vakfiye yaptığını vakıf kurduğunu görebiliyoruz. Kanuni Sultan Süleyman İstanbul’u fethettikten sonra İstanbul’daki salgın hastalıkların önüne geçebilmek amacıyla ilginç bir vakıf kuruyor. Osmanlıcasını size okuyayım “Ben ki İstanbul fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmed” yani zavallı biçare çaresiz Fatih Sultan Mehmet’im diyor. Osmanlı’nın çağı değiştiren padişahı kendini aciz olarak gösteriyor. “Bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde bulunan hudutları belli olan 136 bap dükkanını aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eyledim” diyor. 136 tane dükkanı varmış bunu kendi kazancıyla elde etmiş bunu vakfediyormuş. Şöyle ki şimdi vakıfın amacı nedir onu ifade ediyor. “Bu taşınmazımdan elde olunacak paralarla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin ettim.” 136 dükkanında elde ettiği gelirleri İstanbul’un bütün sokaklarına iki tane adam tayin etmiş iki adam görevlendirmiş. “Ayrıca 10 cerrah 10 tabip, 10 doktor 10 tane cerrah,10 tabip ve 3 de yara sarıcısı atadım. Bunlar ki ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkanlar bila istisna her kapıyı vuranla o evde hasta olup olmadığını sorarlar, var ise şifası şifayap olalar.” Yani o hasta olanlara şifa verirler bu doktorlar. “Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darülaceze’ye kaldırırlar düşkünler yurduna kaldırırlar.” Yani şifa bulmamışsa hastalığı devam ediyorsa acil ve kaybı içerisinde ise onları acizler yurduna düşkünler yurduna kaldırırlar orada tedavi ederler. “Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanelerde şehit ve şühedanın kavimleri ve medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler.” Demek ki fakirlere şehitlerin gazilerin çocuklarına yemek veriyormuş. Bu vakfiyesinde “Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendileri gelmeyenlerin yemekleri güneşin loş bir karanlığında kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürürler” Bu örnekte de görüldüğü gibi vakıflarda kimseyi incitmek insanları rahatsız etmek insanları bir başkasına afişe etmek gibi bir algılayış yok. İslâm’da ne vardı sağ elin verdiğini sol el yemeyecektir. Aciz mi zavallı mı yiyeceği muhtaç mı Fatih’in vakfiyesinde insanlar kimsenin kendilerini ayıplamasına fırsat vermeyecek şekilde gidip onların evlerinin önüne kapalı kaplar içerisinde yemek verilmesini bu vakıf ile gerçekleştirmeyi düşünmüş. Bu somut örnekte de şunu görüyoruz ki vakıflar gençler sosyal içerikli yardım kuruluşlarıdır. Evet, vakıf edenin mülkiyeti artık o gayrimenkul üzerinden çıkmış. Kimin üzerine geçer? Vakfın üzerine geçer. Vakıf malları haciz edilemez vakıf malları satılamaz vakıf malları bir başkasına devredilemez. Vakıf malları kendi amacı dışında herhangi bir amaç içinde kullanılamaz. Evet, vakıflardan da vergi alınamaz. Niye?
Çünkü sosyal amaçlı kuruluşlardır.
 
Üst Alt