Ankara'nın Başkent Oluşu

Katılım
26 Kas 2017
Mesajlar
1,344
Puanları
113
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması üzerine Türklerin kurduğu yeni bir devlettir. Tarihte bir çok devletler kurmuş olan Türk milleti bu yeni devletin çağdaş temellere dayanması için çok özenmiştir.
Devletin başlıca özelliği yer yüzünde belli bir saha kaplaması ve o saha içindeki insan ve kaynakları idare etmesidir. Buna göre devletin tabiî ve beşerî birtakım temel unsurları vardır. Bunlar arasında devletin bir idare merkezine sahip olması büyük önem taşır.
İdeal devlet merkezi şu hususiyetlere sahip olmalıdır : Devlet merkezi halkın güvenliğini koruyacak bir mevkide bulunmalıdır. Diğer bir ifade ile, milletler bir çekirdek etrafında toplanarak kendini korumalıdır.
Sık nüfuslu bir merkez etrafında seyrek nüfuslu bölgeler korunmayı kolaylaştırır, çünkü hayatî Önemi olan merkez noktası zedeleninceye kadar zamandan kazanılır. Aynı zamanda merkez çekirdeği içinde yaşamak için gerekli kaynaklar bulunmalıdır, eğer kaynaklar kifayetsiz olursa mukavemet güçleşir.
Nihayet, devlet merkezi olacak yerin yollar bakımından çok elverişli bir mevkide bulunması gerekir. Yani, o yerin bütün memleket parçalariyle sıkı sıkıya bağlanabilmesi icab eder. Bu, en en önemli şarttır.

İstiklâl Savaşından Önceki Durum
Uzun zaman İmparatorluk merkezi olan İstanbul şehri son zamanlarda eski önemini kaybetmiş, değil yeni kurulacak Türkiye Devleti, hattâ parçalanmış Osmanlı Devleti için uygun bir merkez sayılmamaya başlamıştı. Şimdi her şeyden önce millî tarihimizde büyük bir yeri olan İstanbul şehrinin Osmanlı İmparatorluğu için devlet merkezi olamayacağı fikri nasıl başladı, onu kısaca belirtelim:
Uzun zaman İmparatorluk merkezi olan İstanbul şehri son zamanlarda eski önemini kaybetmiş, değil yeni kurulacak Türkiye Devleti, hattâ parçalanmış Osmanlı Devleti için uygun bir merkez sayılmamaya başlamıştı. Şimdi her şeyden önce millî tarihimizde büyük bir yeri olan İstanbul şehrinin Osmanlı İmparatorluğu için devlet merkezi olamayacağı fikri nasıl başladı, onu kısaca belirtelim:
1912’de Balkan Harbi sonlarına doğru İstanbul’da çıkan “îfham” gazetesinde “Kostantiniye’den Osmaniye’ye” başlıklı yazıyı okuduğum zaman büyük bir heyecana kapılmıştım. Fikir ve kanaatlerine saygı duyduğum Ferit Tek bu yazısında şöyle diyordu :
“Payitahtın İstanbul gibi güzel bir şehirden uzaklaştırılması güç bir meseledir. Hisse, ananeye aykırı bir teşebbüs; fakat ne yapalım? Eğer bu nakil millet ve memleket selâmeti için lüzumlu ise..
Payitahtın vatanın merkezine, milletin kalbine kurulması, yerleşmesi lâzımdır. Payitaht bir devletin başı demektir. Düşmana baş uzatılmaz baş saklanır, kollarla ayak onu müdafaa eyler.
Hudut bu kadar yaklaştıktan sonra İstanbul’da rahat oturmanın imkânı yoktur, idare merkezi bu gibi tehlikelerden masun olmak icabeder. Şimdiye kadar İstanbul’un âni tehlikesi yalnız Boğazlar cihetinden idi. Şimdi buna bir de karadan bir tehdit ilâve olundu. Üç taraftan tehlikeye maruz bir noktada payitaht kurulamaz.”
Ferit Tek mütalâalarına Goltz Paşa’nın bazı fikirlerini de ilâve ediyor, Paşa’ya göre :
“İstanbul devamlı çalışmaya pek elverişli değildir. Tabiat şartları insanı gevşetir, İstanbul’da devlet, memleketin hâkimi olmaktan ziyade İstanbul’un mahkûmudur.
Sonra İstanbul başlı başına bir siyasi gailedir. Merkez İstanbul’da kaldıkça Osmanlılar hiç kendilerine taallûku olmayan Avrupa meseleleriyle uğraşmaktan, onlara ister istemez bulaşmaktan yakasını kurtaramazlar.”
Hasılı, hudut Edirne’ye geldikten sonra İstanbul’un payitaht olarak kalması bazı ileri görüşlü kimseler tarafından ciddî bir mesele olarak ortaya atılmış bulunuyordu.

Devlet Merkezi Neresi Olmalı?
“İstanbul’un iyi bir devlet merkezi olamayacağı fikri pek çok kimselerde belirmiş ise de yeni devlet merkezinin yeri üzerinde birleşilemiyordu. Müstakbel başkent hakkında çeşitli teklifler vardı. Başlıcaları : Konya, Kayseri, Halep, Şam herkes ayrı bir fikirde.. Goltz Paşa bunların dördünü de teklif ediyor. Çünkü o, Türk ve Arap memleketlerinden müteşekkil Avusturya Macaristan imparatorluğu gibi bir Osmanlı devletine merkez arıyordu.

Ferit Tek’in düşüncesi daha başka idi. Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra kalacak millî ülkeyi uçları Hopa, Kerkük, İstanbul ve Rodos olan bir dörtgen olarak kabul ediyor. Devlet merkezini bu dörtgenin ortasında arıyordu. Kayseri havalisini coğrafya ve strateji bakımından muvafık bir yer sanıyor, burasını eski yolların birleştiği bir nokta olarak kabul ediyordu. Fakat burada eski Kayseri şehrini değil, yeni kurulacak “Osmaniye” şehrini yeni başkent olarak teklif ediyordu.

İşte Birinci Dünya Harbinden önceki teklifler bu merkezde idi.

İstiklâl Savaşı için Seçilen Merkezler
Birinci Dünya Harbinden sonra Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya gelip istiklâl Savaşını teşkilâtlandırmaya başladığı zaman, Anadolu’nun her bakımdan en emin mahalli olarak Sivas’ı görüyordu. Erzurum hazırlık kongresinden sonra 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi çalışmaya başladı. Tecavüze uğrayan ülkeyi milletçe müdafaa ve mukavemet esası kabul edildi. Bir geçici hükümet kurularak idarenin millet adına ele alınacağı tesbit olundu, Misakı Millî’nin esasları kararlaştı.

İstanbul hükümeti bu durum karşısında Mustafa Kemal Paşa ile müzakereye başvurdu. Uzun görüşmelerden sonra Mebuslar Meclisinin, mutlak emniyet içinde bulunduğu müddetçe, İstanbul’da toplanması, fakat Heyeti Temsiliye’nin Anadolu’da kalması uygun görüldü.

Seçilen Milletvekilleri İstanbul’a giderken Eskişehir’de Mustafa Kemal ile görüşeceklerdi. Fakat kendisi sonradan bu görüşmeyi Ankara’da yapmayı uygun gördü ve Heyeti Temsiliye’nin merkezini Ankara’ya nakletti. Atatürk bu karara kendini sevkeden düşünceyi büyük Nutkunda izah ederken :

“Cephelere ve İstanbul’a demiryolu ile bağlı ve genel durumu idare bakımından Sivas’tan farkı olmayan Ankara’ya geldik” demektedir.

Sivas’tan ayrılıp Şarkışla, Kayseri, Kırşehir yoliyle 27 Aralık 1919 ‘da Ankara’ya gelip yerleştiler ve durumu idareye başladılar. Tahmin edildiği gibi Mebuslar Meclisi İstanbul’da emniyette çalışamayarak dağılması üzerine 23 Nisan 1920’de Millet Meclisinin Ankara’da toplanması, bu şehrin yeni Türkiye’nin devlet merkezi oluşuna doğru katı bir adım oldu.

Atatürk büyük zaferden sonra Anadolu’da yaptığı bir seyahat esnasında halkın sorularını cevaplandırırken Ankara’nın başkent olmasını şu şekilde belirtmişti. Gezide beraber bulunan Siirt Mebusu Bay Mahmud’un bir yazısından aldığım bu satırları size de okursam meselenin daha da aydınlanacağını sanıyoruz.

Bu memleketi idare etmek isteyenler memleketin içine girmelidir.

“Devlet merkezini seçerken iki noktayı göz önünde tutmak icabeder. Biri, her nevi tecavüze karşı yerinden kıpırdamayarak kuvvet ve sükûneti muhafaza edebilecek bir yer olmalı. . Bu itibarla tabiî memleketin merkezini araştırmak lâzım.. Yoksa bir geminin topundan telâşa düşecek bir yerde hükümet merkezi olamaz, ikincisi, hükümet merkezi öyle bir yerde olmalı ki, hükümet nazarını memleketin bütün muhitlerine müsavi surette atfedebilsin. Memleketin bir kenarına çekildiğimiz zaman, vatanın bizden uzak kalan yerlerini unutuveriyoruz. Biliyorsunuz ki, Anadolu bugün baştan başa harabe halindedir, kasaba ve şehir denilen yerleri de öyledir. Niçin böyledir? Çünkü İstanbul’u hükümet merkezi yapmışız ve kendimizi yalnız onun cazibesine kaptırmışız.

İstanbul, en güzel bir şehrimizdir. İşgal altında bulunduğu müddet zarfında bütün Anadolu onun elemini taşıdı. Hâlâ işgal ıstırabından kurtulamamış olan İstanbul’u, İstanbul halkını düşünüyoruz. Fakat bu muhabbetimiz, mutlaka onun hükümet merkezi olması şeklinde tecelli etmemelidir. İstanbul’un hükümet merkezi olmaması ona karşı ne sevgimizi azaltır, ne alâkamızı.

Bu memlekette çalışmak isteyenler, bu memleketi idare etmek isteyenler memleketin içine girmeli, bu milletle aynı şerait içinde yaşamalı ki ne yapmak lâzım geleceğini ciddî surette hissedebilsinler. Her halde bir çok sebepler hükümet merkezinin Ankara, Kayseri, Sivas üçgeni içinde bir noktada olmasını icabettiriyor. Bu üçgenin bir ucunda bulunan Ankara, pekâlâ devlet merkezi olabilir. Esasen hâdisat da orasını merkez yapmıştır. İstanbul türlü bakımdan mevkiini, şerefini mahfuz tutacaktır. Ankara’da oturmakla beraber yine İstanbul’dan daima istifade edeceğiz.

İstanbul, hükümet merkezi olmadıktan sonra tabii, vüs’atiyle, nüfusunun çokluğiyle mütenasip idari teşkilâta malik olacak. . Fakat hiç bir zaman müstesna, mümtaz bir şehir gibi hususi bir idareye malik olmayacak.”

Ankara’nın Nüfus Topluluklarına Karşı Durumu

Merkez olarak Ankara’nın seçilmesi sadece o zamanki müdafaa durumunun bir neticesi değil, Misakı Millî prensiplerine göre gerçekleşmesine çalıştığımız yeni ülke için en uygun merkez oluşudur. Bugünkü konferansın da esas konusu budur.

Başta da belirttiğimiz gibi siyasi iktidar nüfus topluluğu ile yakından ilgilidir. Devlet merkezinin nüfus topluluğunun çekirdek teşkil ettiği yerde, yahut da toplulukları birbirine bağlayan bir noktada da bulunması gerekir.

Bir nüfus dağılışı haritasına baktığımız zaman ülkemizde nüfusun bazı yerlerde sık, bazı yerlerde seyrek olduğunu görürüz. Kuzey Anadolu’da devamlı bir kesafet göze çarpar. Doğuda kıyı boyuna sıkışan bu kesafet ortada Yeşil ve Kızılırmak havzasında içerilere sokulur. Bu kesafet bölgesinde köy kalabalığı hâkimdir.

Marmara çevresi de ülkemizin kalabalık bölgelerinden sayılır. Burada kesafet kıyılara inhisar etmez, İç Anadolu’ya doğru sokulur, İstanbul gibi karışık unsurları ihtiva eden en kalabalık şehrimiz buradadır. Marmara kesafeti güneyde Ege kesafetiyle birleşir. Bu kesafet de kıyı boyundan ziyade iç ovalarda kendini gösterir ve İç Anadolu’ya doğru sokulur.

Ankara, bu devamlı kesafetlerin ortasında ve Kuzey Anadolu kesafet bölgesinin hemen yakınındadır. Diğer kesafet bölgelerinden Adana, Hatay, Diyarbakır Mardin ve Erzurum Kars kesafetlerine de nisbeten yakın durumdadır.

Kurum Başkanımız Profesör Şevket Aziz Kansu’nun vaktiyle yapmış olduğu “Tefekkür Coğrafyası” araştırmasında da Osmanlı fikir hayatında da Kuzey Anadolu’nun bu mühim rolü belirtilmişti. Onu burada hatırlatmak isterim.

Ankara’nın Yol Bakımından Durumu

Şüphesiz devlet merkezinin büyük vazifelerinden biri bu toplulukları birbirine yaklaştırmak, sıkı bağlarla bağlamaktır. Meselâ Fransa’da bu merkezi bulmak pek kolaydır; fakat ülkemizde bu merkezi bulmak için esaslı incelemelere lüzum vardır.

Bu hususta bir karara varmak için her şeyden önce ana yolları incelememiz gerekir. Yolları mütalâa ederken de yeryüzü şekillerini gözönünde bulundurmalıyız. Ülkemizin kıyı boyları dağlıktır; Ancak kenar dağlarının içe bakan kısımlarında tabiat bize iyi yol yapma imkânını vermiştir. Sahil boyları, yolların geçmesine pek elverişli değildir. Hususiyle karlı ve yağmurlu mevsimlerde bu yollarda gidiş ve geliş güçleşir.

Orta Anadolu hafif dalgalı ve yağışı az olan bir sahadır. Buranın bir hususiyeti de büyük kesafet bölgelerine tabiî kapılarla bağlanmasıdır; Eskişehir kapısiyle Marmara çevresine, Afyon kapısiyle de Ege’ye açılır, İnönü ve Dumlupınar harpleri bu kapıları elde etmek için yapılmıştır.

Orta Anadolu Gülek boğaziyle Adana ve Hatay topluluğiyle, Doğuda da Diyarbakır Mardin kesafetine, ayrıca Erzurum ve Kars kesafetine de çeşitli yollarla bağlıdır. Orta Anadolu aynı zamanda Amasya üzerinden Samsun ve Karadeniz’e de bağlanmış bulunmaktadır.

Türkiye, devlet merkezini kalabalık sahalardan birinin ortasında kurmuş olsaydı diğer kesafetlerle bağlılığı güçleşecekti. Hele İstanbul, İzmir gibi sahil şehirleri bu aralık hiç bahis mevzuu olamazdı, çünkü bu devirde bütün devletler merkezini kıyıdan iç bölgeye çekiyordu. Sovyetler Birliği merkezini Leningrad’dan Moskova’ya, Avustralya Sydney’den Kanberra’ya, Hindistan Calcutta’dan Yeni Delhi’ye çekmişlerdi. Devlet merkezinin kıyıda olması, denizden gelecek tecavüzlere açık bulunması hiçbir ülkede caiz görülmüyordu.

Ankara’nın İklimi

Coğrafî durum ve yol bağlılığından sonra devlet merkezi için ehemmiyetli bir vasıf iklimdir, insan enerjisi birçok şartların neticesidir ve iklim bu şartların en önemlisidir. Bugün orta iklimde, uzun süren sıcak veya soğuk devreler yoktur. Bu bölge üzerinde çeşitli rüzgârlar eser, yağış getirir, ferahlatıcı değişikliklere sebep olur. Bu iklimde yaşıyanlar yer yüzünün enerjik insanları sayılır. Bunlar uygarlıkta başta geldikleri gibi kuvvetli devletler de kurmuşlardır.

Türkiye dar bir enlem çerçevesi içinde bulunmakla beraber ülkemizde İskenderiye’den Moskova’ya kadar uzanan geniş sahadaki iklim özellikleri bulunur. Çeşitli iklimlere sahip olmak bir ülke için büyük kazanç sayılır. Ankara iklimi insan enerjisi üzerinde iyi tesir yapan bir iklimdir. Sıcak yaz ayları hariç Ankara iklimi Viyana iklimine benzetilebilir. Sadece benzerlik.. yoksa yer yüzünde bir iklimin aynı, başka bir yerde bulunmaz.

Devlet Merkezi ve Deniz

Payitaht deniz kenarında bulunmasına ve zaman zaman Ak ve Karadeniz’e hâkim olmasına rağmen Osmanlı devleti esaslı şekilde denizci olamamıştır. Fakat başkent Ankara olduktan sonra milletin ve devletin denizle ilgisi artmıştır. Son zamanlarda kıyı şehirleri iç şehirlerimiz kadar gelişmemekle beraber başkent halkının denizle yakından ilgisine şahit olmaktayız. Hemen bütün plajların onlar tarafından veya onlar için kurulmuş olduğunu görürüz. Bunu balıkçılık hareketleri, ondan sonra da denizyolları faaliyetinin geliştirilmesi beklenir. Başkent halkındaki deniz, hasretinin Türkiye halkının denizle ilgisini daha da arttıracağına inanıyorum.

Başkentin Hızlı Gelişmesi

Ankara başkent olduktan sonra sade kendi değil, bütün İçAnadolu şehirleri süratle büyüdü, birçok yeni şehirler vücut buldu. Fakat kıyı şehirlerimizde gelişme aynı hızda değildir. Bunun sebepleri ayrı bir konu teşkil eder. Biz başkentin sür’atle büyümesinin âmilleri üzerinde duralım.

Bütün Orta Doğu memleketlerinde nüfus artışı ile beraber şehirler de büyümektedir. Fakat Ankara’nın büyümesinde bir fevkalâdelik var.

Ankara devlet merkezi olduğu sıralarda Avustralya devleti de merkezini sahildeki Sydney’den dahilde Canberra’ya çekiyordu. Canberra’ya Ankara ile yaşıt bir başkent diyebiliriz. Zengin Avustralya hükümeti önce şehri inşaya başlamış, daireleri ve meskenleri hazırladıktan sonra memurları nakletmiş. Fakat aradan kısa bir müddet geçtikten sonra Kanberra’da sadece 15 bin nüfus toplanabildiği halde Ankara’nın nüfusu 300 bini aşmış bulunuyordu. O zaman bunun sebeplerini soruşturanlar olmuştu.

Başkentin nüfusu bugün 700 bine yaklaşmıştır. Milyona doğru gitmektedir. Bu hızlı gelişmede kuruluş yerinin uygunluğu, diğer topluluklarla bağlantısı, yaşamıya elverişli iklimi şüphesiz büyük rol oynar.

Doğudaki Kesafetler

Büyük şehir kurmak büyük bir kültür işidir, bunda muvaffak olmak geleceğin mukadderatını üzerine alanların gayretine bakar.
Sözlerimize son verirken hudutlarımız dışarısındaki komşu nüfus toplulukları hakkındaki düşüncelerimizi de belirtelim:
1 — Adana Hatay kesafeti dışında Halep gibi büyük bir şehrin bulunuşu hududumuz içinde de büyük bir şehrin ve kültür merkezinin yaratılmasını gerektirir.

2 — GüneyDoğuda Musul gibi büyükçe bir şehir bulunmaktadır. Fakat buranın Diyarbakır, Mardin kesafeti için cazibeli bir merkez olmaması için hududumuz içinde daha büyük bir kültür merkezinin geliştirilmesi gerekir. Güney Doğunun bölge plânlamasında bu nokta gözönünde tutulmalıdır.

3 — DoğuAnadolu’da hududumuzun ötesinde kalabalık bir saha ve büyük şehirler bulunmaktadır. Hududumuz dahilindeki yerler seyrek nüfusludur, burada bir kesafet bölgesinin yaratılması gerekir. Erzurum’da Atatürk Üniversitesi büyük bir adımdır.

Merkezin içeri alınması, Doğu hudutlarımızla yakından bağlılığı sağlamıştır. Bu bağlılığı daha da kuvvetlendirmek için bölge planlanması sahasında birçok ödevlerimiz vardır.

Türkiye Devletinin İdare Merkezi Ankara’dır.

İstanbul yabancı işgalinden kurtulduktan sonra devlet merkezi işinin kanunlaşması gerekiyordu. 13 Ekim 1923 günü İsmet İnönü’nün tek maddelik bir kanun teklifi ile “Türkiye devletinin makarrı idaresi Ankara şehridir” dendi. Kanunun gerekçesinde “İstanbul, Türk milletinin müdafaa vasıtalarına mevdu olarak ilelebed korunacaktır. Devlet merkezinin Ankara olması zaruridir” deniliyordu.

İşte Ankara’nın Başkent oluşunun kısa hikâyesi.
* Kaynak: Türk Tarih Kurumu: Atatürk Konferansları 1963, (Türk Tarih Kurumu Yayınları XVII.Dizi-Sa. 1-1), Sayfa 95-102
 

Benzer konular

Üst Alt